Son yarım asır boyunca folklor ve miras kavramları birbirinin yerine fakat
birbirinden zıt bir şekilde ilerlemiştir. “Folklor” ile “Somut Olmayan Kültürel
Miras” terimlerinin eşleştirilmesinde ciddi sorunlar olduğuna ve aralarındaki
farkların ne onların yaşıyla ne de ikisi arasındaki kuşak farkından değil, ikisi
arasındaki kavramsal uyuşmazlıklardan kaynaklandığına inanıyorum. Dorson’un
“folkloru mevcut akademik sahnenin en dikkate değer öykülerinden biri olarak”
(1970) ilan etmesinden kısa bir zaman sonra, folklorun talihi geriye doğru
dönmeye başlarken yıldızı UNESCO ufuklarında, somut ve somut olmayan mirası
katılaştıran “Somut Olmayan Kültürel Miras”la birlikte ortaya çıkmaya başladı.
Yirminci yüzyılın sonlarına doğru terimin kullanımı el kitaplarında, antolojilerde,
monografik denemelerde ve çok sayıda makalelerde yer alarak popülerleşti.
“Somut Olmayan Kültürel Miras”, folklorun içinde bulunduğu kriz için doğru
bir çözüm gibi görünüyordu. Sadece ABD’de, Almanya’da değil UNESCO’nun
birleştirdiği tüm milletlerde, folklorcular pervanenin ateşe yöneldiği gibi ona akın
ettiler. İlk bakışta, bu karşılıklı çekim mükemmel görünüyordu. Uzun yıllar süren
baskıdan sonra siyasi özgürlük ve kültürel bağımsızlık kazanmaktan, devletlerin
ve liderlerinin tam desteğine sahip olmaktan daha çekici ne olabilirdi ki? Ne var
ki, Somut olmayan Kültürel Miras ve Folklorun uyumlu ilişkisi, onların kalıtsal
uyumsuzluklardan ve bu birlikteliği sürdüremedikleri için kısa ömürlü olmuştur.
Geleneksel kültürün modern tüketiciler için paketlenmesi, kültürü ait olduğu
toplumun içindeki kelimelerin, nesnelerin sembolik değerlerinden uzaklaştırır.
Mirasın başladığı yerde, gelenek biter. Bu şekilde toplum, kolektif sosyal ve
kültürel kimliğinden vazgeçer, kendisini bir sahne gösterisine dönüştürür. Bu
kadar önemli bir ayrışma ile Somut Olmayan Kültürel Mirasın folklor disiplinin
eşi olmadığı sonucuna varmaktan başka bir yol yoktur