Osmanlı coğrafyasında 13. yüzyıldan itibaren kendi yazılı ürünlerini vermeye başlayan Türk tıbbı, 17 ve 18. yüzyılda yönünü Batı’ya dönmüş bununla birlikte çok daha çeşitli ve zengin eserler kaleme alınmaya başlanmıştır. Bu süreçte halk hekimliği çevresinde özellikle gelenek ve inanç etrafında ortaya çıkmış tedavi yöntemleri kullanılmıştır. Bahsi geçen sürecin risaleler vasıtasıyla kolaylıkla takip edilebildiğini söylemek mümkündür. Bir mecmua veya eserin sonunda ya da müstakil olarak oluşturulan, bir konuyu derinlemesine anlatan eserler olan risaleler Türk tıbbı üzerine de yazılmıştır. Bu alanda yazılan risalelerin genellikle tedavi yöntemleri ve hastalıkların şifalarından bahsetmelerinin yanında zehirlenmelere karşı kullanılan panzehirler üzerine yazılanları da mevcuttur. Modern tıpta “toksikoloji” terimiyle karşılanan zehir bilimi, ki bu çalışmada “zehir bilimi” karşılığında “ağı bilimi” ifadesi kullanılmıştır, zehir ve zehrin canlıya etkisini araştırmaktadır. Antik Dönem’den günümüze uzanan tarihî süreçte özellikle erk sahipleri ve devamında da halk; zehirlenmeler karşısında çeşitli tedbirler almış, tedavi yöntemleri geliştirmiştir. Sınırlı sayıda da olsa bu eserler üzerine yapılmış çalışmalar olmakla birlikte bu çalışmada çeviri yazıya aktarılan ve incelenen eser üzerine yapılmış bir çalışmaya ulaşılamamış olması çalışmanın vücuda getirilmesine vesile olmuştur. Bu çalışmada T.C. Kütahya Belediyesi Mustafa Hakkı Yeşil Kütüphanesi Koleksiyonunda B024242/01 numarada “Risale-i Beyan-ı Havass-ı Panzehir” adıyla kayıtlı el yazması eser esas alınmıştır. 180x125, 130x60 mm ölçülerindeki eser 8 varak olup satır sayısı 12 ila 14 arasında değişmektedir. Her ne kadar kütüphane kayıtlarında “Risale-i Beyan-ı Havass-ı Panzehir” adıyla kayıtlı ise de müellif eserin başında “Derbeyan-ı cevher” adını kullanmayı tercih etmiş fakat hemen devamında “Amma ba?d; risale-i ?amelı·¯ olan panzehiri ?ava??ı beyanındadır.” açıklamasını eklemiştir. Gerek eserin müellifi gerekse yazım tarihine ait kesin bilgiler eserde ve kütüphane kayıtlarında mevcut olmamakla birlikte eserin içinde geçen “…fa?ı·¯r Ken?anı·¯ ?azreti…” ve “…bu deñlü ?a?ı·¯r ibn-i Ken?an…” ifadelerinden hareketle müellifin Sultan I. Ahmed Devri’nde yaşamış Kenan-ı Mısrî olma ihtimali akla gelse de bu durum şüphelidir. Benzer bir durum eserin yazılış tarihi ile ilgili de söz konusudur. Eserde yılan sokmasına dair bir olay anlatılırken “…Biñ altmış yedi senesi mah-ı Şa?banıñ on birinci gün…” ifadesine yer verilmiştir. Bu tarih miladi 25 Mayıs 1657’ye denk gelmekte bu da 17. yüzyıla tarihlenmektedir. Hayatın doğal akışına göre eserin bu olaydan sonra kaleme alınmış olması zorunluluğundan hareketle tam bir tarih vermek mümkün olmamakla birlikte 17. yüzyılda yazılmış olma ihtimali yüksektir. Ayrıca yazar eserin vücuda gelmesi için yirmi yedi sene riyazet ettiğinden, ilim tahsil ettiğinden bahsetmiştir. Bu çalışmada eserde bahsi geçen panzehrin yirmi üç şifası tasnif edilmiş, tedavilerde kullanılan adbilim unsurları (hayvan adları, bitki adları vb.) Türk dilinin söz varlığına katkıları çerçevesinde değerlendirilmiştir.