Bu makale, Tatar edebiyatının farklı dönemlerinde kaleme alınan klasik eserlerinden Mirsey Emir’in Agıydil adlı uzun hikâyesini ve Fevziye Beyremova’nın Kırık Sırt romanını Michel Foucault tarafından kullanılan, daha sonraları Giorgio Agamben’in eleştirileriyle şekillendirilen biyopolitika kavramıyla bir okuma çalışmasıdır. Sovyet Rusya’da 1917 Ekim İhtilâli’nin ardından bireysel mülkiyetin ortadan kaldırılarak toprak mülkiyetinin devlet eline geçmesinin somutlaşmış en temel göstergesi olan kolhozlar kurulmuştur. Kolhozların tesisiyle iktidarla varlıklı köylüler çok geçmeden karşı karşıya gelmiştir. Sovyet Hükümeti “kulak” olarak yaftaladığı varlıklı köylüleri kolhoz sistemi içerisinde kalmayı reddettikleri gerekçesiyle Sibirya steplerine, Kazak bozkırlarına, Solovki adalarına ve yeni endüstri sahalarından Magnitogorskiy kampına sürgüne göndermiş, durağanlığa ve ölüme terk etmiştir. Sistemin içerisinde yer almak istemeseler de kolhoz sınırları dışarısında hayatta kalamayacağını düşünen köylüleri ise üretim seferberliğine dâhil ederek eylemsizliklerini ortadan kaldırmıştır. Agıydil’in başkişileri İlyas ve Gayaz köylerindeki kolhoz sisteminin işleyişindeki aksaklıkları gidermek, komsomol teşkilatı mensuplarını üretime koşmak için üstün çaba göstermişlerdir. Hikâyedeki karakterlerin eylem/eylemsizlik zıtlığı, İvan Gonçarov’un Oblomov romanı merkeze alınarak işlenmiştir. Sovyet döneminin eksiklerini yansıtan Kırık Sırt’ta ise kulak yaftasıyla köylerinden Magnitogorskiy’deki kamplara gönderilen Asılgerey ve ailesinin trajik hayatı konu edilmiştir. Anlatı boyunca kamplardaki ağır yaşam koşulları, kadın bedeninin teşhiri, nüfusun kontrolü ve denetimi, hastalıklarla verilen kayıplar roman kişilerinin yaşadıklarından hareketle eleştirel bir tavırla sunulmuştur. Söz konusu eleştiriler insan bedenine yönelik ölümü önceleyen biyopolitik yaklaşımlara olmuştur. Kolhozlar ve kampların iktidarın bedenle ilişkisini açığa çıkaran en somut mekânlar olması Tatar edebiyatında biyopolitik bir okuma yapmayı mümkün kılmıştır.