Anadolu'da etkili şekilde süregelen kültürel temas, kültürün birbiri ile karışımı, şimdiki ve geçmişteki diğer kültürel gruplarla olan bağını sürekli kılan Anadolu halklarının konumlanması açısından en önemli özelliklerden birini oluşturmaktadır. Geçmişten bu yana Anadolu toprakları farklı medeniyet topluluklarına ev sahipliği yapmış ve her yeni yerleşim ile birlikte veya mevcut gruplar geri döndüğünde, eski şehirleri yeniden inşa etmenin etkinliğini haklı çıkarmak için yeterli konum ve kaynak avantajı sunan bir zenginliğe sahiptir. Bu bağlamda, Anadolu'nun topraklarına yerleşen halkın benimsediği atalarının anıtları ve yerleşimleri arasında yaşayarak kendi kültürel geleneklerine bağlı kalmıştır. Bütün bu zenginliğinin içerisinde Anadolu, uçsuz bucaksız bir müzik mirasına ev sahipliği yaptığı hiç şüphesizdir. Medeniyetlerin beşiği olarak adlandırılmakta olan bu topraklar, yaşanan binlerce yıllık dönem boyunca kültürlerin zengin müzik birikimine de ev sahipliği yapmıştır. Yüzyıllar boyu hem doğudan hem de batıdan aldığı göçlerle harmanlanan Anadolu toprağı, bu zaman zarfında üretilen ve geliştirilen pek çok düşünce ve sanat kavramının yanı sıra, müzik ve müzik alanında birikerek gelişen çalışmaların da kültürlerarası etkileşim bağlamında adeta merkez konumundadır.
Yüzyıllar boyunca uygarlıklar hayatlarını sürdürmek için sadece yerleşik olduğu topraklarındaki düzen dâhilindeki ürettiklerinin yanı sıra, erişim dahilindeki ülkelere dek uzanan ticaret, göç ve savaşlardan beslenerek devinim kazanmıştır. Bu devinim ve gelişimin, hiç şüphesiz müziklerine de etkide bulunduğunu söyleyebiliriz. Dünyada kaynağına 15. Yüzyıldan itibaren ilk erişilen folklor ürünlerinin de Anadolu ve Avrupa’daki halkın eserleri olduğu gözlemlenmiştir. Birbirinden farklı ve uzak topraklarda da olsa bu halkların ortak özelliğinin halk şarkılarının birleştirici, geliştirici, ortak duyguları ifade edici ve ait oldukları topraklardaki birlik duygusunu pekiştirmesi olduğu gözlemleyebiliriz. Toplumun deneyimlediği her bir zaman diliminde icra edildiği dönemi yansıtan ezgiler ve o ezgilere ait sözler,yani metinler eserlerin kalıcılığını hakim kılmaktadır. Kimi zaman yitirilen bir evlada ya da sevgiliye ağıt, yaşam şartları ya da düzenin eşitsizliğine yakılmış bir türkü, kimi zaman da bir bebeğin ninnisi şeklinde örneklendirebileceğimiz bu eserler kendi içinde bir dönüşümün, çeviri ve devinimin en belirgin halidir. Kültürlerin en silinmez izlerini taşıyan bu eserlerin ve uygarlıkların kimliğini oluşturan temellerin günümüze kadar ulaşan örneklerinde kendinden öncekileri yaşattığı sonsuz bir bağ bulunmaktadır. Hiç kuşkusuz bu bağı kuvvetlendiren kişi olarak eserlerin aktarıcıları önemli rol oynamaktadır. Bu aktarıcıların içerisinde devinimi ve dönüşümü en yalın haliyle gözlemlemeyi mümkün kılanlar, Anadolu`da `aşık` tanımı ile karşımıza çıkmaktadır. Ait olduğu dönemi olduğu gibi yansıtan ve bi nevi tarihin seyyahlığını yapan aşıklar, farklı coğrafyaların toplumlarında çeşitli isimler ile adlandırılmış ve farklı alanların temsili olmuşlardır.
Bu makalenin amacı Anadolu topraklarında yüzyıllardır süregelen ve Avrupa kıtasına uzanan aşık/aşıklık geleneğinin çeviribilim bağlamında özelliklerini ortaya koymaktır. Ait olduğu topraklardaki kültürün şekillenmesinde önemli bir role sahip olan aşıklar, bulundukları yörenin ve halkın temsilcisi olmak ile birlikte aktarmacı rolü de kendisini başlı başına dönüşümün/çevrimin bir öğesi kılar. Bu çalışmada, Anadolu ve Avrupa’da yer alan aşıkların sahip olduğu farklı kimlikler ve eserler metinlerarasılık çerçevesinde karşılaştırılarak seçilmiş örnek metinler Gerard Genette’in çeviri kuramları temelinde incelenecektir.