XVIII. yüzyılda dönemin edebiyat ortamının sorgulanması, şiirin neye denildiği, şairin kim olduğu sorularına cevap vermek için poetika ve poetik eleştiri bağlamında iki sorumluluğu omuzlarına yükleyen bir kurum, devlet eliyle oluşturulmuştur. Bu kurum Re’isü’ş-Şu’arâ Müessesesi’dir. Re’isü’ş-Şu’arâ kurumuna atamalar padişahlar ya da sadrazamlar tarafından yapılmıştır. Atamaların gerçekleşmesi için kurumun misyonuna uyacak şairlerin seçilmesi gerekmiştir. Bu bağlamda sorumluluğun III. Ahmet’in fermanıyla Osmanzâde Tâ’ib’e verilmesiyle oluşan kurum, Sadrazam İbrahim Paşa’nın fermanıyla Seyyid Vehbî’ye aktarıldıktan sonra, Sadrazam Halil Paşa’nın emriyle de Sünbülzâde Vehbî’ye geçmiş ve son olarak II. Mahmud’un Kıbrıslı Hilmi Efendi’yi atamasıyla noktalanmıştır. Kurumun anlatı biçimi İslamî bir geleneğin şiir yapısı olan kasidedir. Vekâletname kasideleriyle başlayan bu ifade biçimi kendini poetik bir değer taşıyan Sühan (söz) kasidelerine bırakmıştır. Temsilciler bu şiirlerle kaybolmaya yüz tutmuş bir geleneğin yıkılmaması ve korunması için neler yapılabileceğini tartışmışlardır. Bu tartışmalar ileride farklı edebî toplulukları oluşturacaktır. Kurumun öncü bir edebî topluluk olarak çığır açması ve üstlendiği poetik değerlendirmeleri açısından inceleyen, ayrıca Re’isü’ş-Şu’arâ ünvanını alan 4 şairi bir bütün olarak değerlendiren kapsamlı bir çalışmanın bulunmadığı görülmektedir. Dolayısıyla bu çalışma özelde kurumun poetika yaklaşımlarını gün ışığına çıkaracak, genelde ise Osmanlı’nın resmi poetikasıyla ilgili bilgi üretecek ve Osmanlı’dan günümüze değişen edebî sanat hareketleriyle ilgili çalışmalara aktaracağı bilgilerle katkı sağlayacaktır.
Çalışma, Re’isü’ş-Şu’arâ Müessesenin devlet- edebiyat fonksiyonunu anlatmaktadır. Çalışmada bir poetika kurumu olarak Re’isü’ş-Şu’arâ Müessesesi ve temsilcileriyle ilgili bilgi verilecektir. Ayrıca, kurumun anlatı biçimi olan şiirlerden hareketle kurumun prensiplerini ve sanata dair görüşlerini aktardım.