Postmodern Türk yazar Bilge Karasu, insan merkezcilik olarak da bilinen antroposantrizmin ve türcülüğün eleştirisini yaparak insan ve insan olmayan varlıklar arasındaki ilişkiyi sorunsallaştırır. Karasu, Göçmüş Kediler Bahçesi’ndeki (2003) hikâyelerden biri olan “Avından El Alan”da birçok posthümanist kuramcı tarafından yeni öznelliklerin oluşması için gerekli görülen mimetik yanılsamayı altüst etmek amacıyla gerçeküstü ve doğal olmayan bir anlatı biçimine yer verir. Söz sanatlarıyla bezeli bir dil ve üstkurmaca ögelerle zenginleştirilmiş bir anlatım tekniği kullanarak türler arası hiyerarşinin karmaşıklığı, güç dinamikleri ve aşkın yeniden tanımlanması gibi konuları ele alır. Değişken hava koşullarının gerçeküstü bir zemine yerleştirilmesiyle kurgulanan hikâye, tüm varlıkların acizliğini ve birbirine bağımlılığını vurgulayarak insanın doğa üzerindeki üstünlüğünü sorgular. Başlangıçta balığı kendine külfet olarak gören balıkçının yolculuğu, bir yılanla arkadaşlık kurduğu çocukluk anısıyla paralellik göstererek, balıkçının balığın şefkat ve acı çekme yetisine sahip bir canlı olduğunun farkına varmasına yol açar. Balıkçının empati duygusu arttıkça hayvanın dilini anlama kapasitesi de artar ve bu durum ikisi arasındaki birliktelikle doğacak olan fiziksel ve manevi dönüşümü mümkün kılar. İnsanın acımasızlığını ve insan olmayan hayvanlarla uyum içinde yaşama ihtimallerini irdeleyen hikâye, insan doğasını ustaca sorgular. Bu sebeple, insan ile insan olmayan hayvan arasındaki bütünleşmeyi betimleyen “Avından El Alan,” insaniyetli olmanın, iç içe yaşam (bağlantısallık) görüşünün benimsenmesi ve ötekileştirilen hayvanla eşitliğe dayalı ilişkilerin kurulmasıyla gerçekleşeceğini öne sürmektedir.