Sokaktaki her adımın, her yolculuğun bir hikâyesi vardır. Yola çıkanların binbir kelimeli
hikâyeleri, bu dünyanın nasıl farklı deneyimler içerdiğinin de kanıtı gibidir. Şehrin sokakları,
onları adımlayanlar değiştikçe yeni anlamlar kazanır. Kimileri için karanlık ve belli bir zamandan
sonra adım atılamaz olan bir sokak, başka birilerinin evidir meselâ; herkesin her saat yürüyebileceği
bir sokak, o sokağa her yolu düşenin aynı duygularla geçip gittiği bir yer değildir belki
de. Beyoğlu gibi... Bu çalışma, Beyoğlu’nun sokaklarını kendine mesken tutan iki metnin, Yusuf
Atılgan’ın Aylak Adam’ının [1959] ve Leyla Erbil’in Tuhaf Bir Kadın’ının [1989] ardından giderek
kadın ve erkeğin sokakta olma/kalma/dolaşma deneyimlerinin farklılığını tartışmak derdindedir.
1960’ların Türkiyesi’nde Aylak Adam’ın ‘rahatça’ gezindiği, ‘tuhaf kadın’ Nermin’in ise
1980’li yıllarda ‘düştüğü’ Beyoğlu sokaklarının bu farklı hikâyelerini dinleme niyetine ‘flâneur’
ve ‘flâneuse’ sûretlerini tarihsel figürler olarak değil de ‘eleştirel metaforlar’ olarak ortak edecek
bu metin, aynı sokaklarda gezen bir adamın, Aylak Adam Bay C.’nin ve bir tuhaf kadının,
Nermin’in ‘ayrı’ dünyalarının, dertlerinin, endişelerinin, korku ve mutluluklarının ve tüm bu duygulanımlarının
sokaktaki tezahürlerinin peşine düşecektir.