Antropologların “eşiksellik” evresi olarak tarif ettikleri bir süreç, bir konumdan başka bir
konuma, bir statüden başkasına geçişi anlatır. Çocukluktan yetişkinliğe, bekârlıktan evliliğe,
yaşama ve ölüme geçişlere eşlik eden ritüellerle birlikte bu süreçler pek çok kültürde görünür
hale gelir. Yeni statüye sorunsuz bir şekilde geçişin sağlanması, bu ara evrenin aynı zamanda
tehditkâr ontolojisi nedeniyle de kültürlerce desteklenir. Çünkü hiçbir kategoriye girmeyen
bu ara evreler, tarifi ve dolayısıyla denetimi zor bir alan yaratır. Bu bağlamda ele alınabilecek
olan “dulluk”, özellikle ataerkil toplumlarda sorunlu bir kategori olarak karşımıza çıkar. Ne
bekâr ne evli olan kadınlar, kadın cinselliğinin bir aile ya da koca tarafından denetlenmediği
bir statüyü işgal ettikleri için tehdit unsuru olarak algılanmaktadırlar. Kadının cinselliğinin
farkında olduğu halde denetimden yoksun olması ise düzen bozucu tehdidi artırmaktadır.
Anadolu’da da dul olmak, bir kadın için son derece sıkıntılı bir statü olagelmiştir. Eşiksellik
evresinde dul bir kadından kendine denk statüde biriyle evlenmesi ve bu zamana kadar
yas ve cinsel perhizin eşlik ettiği içine kapalı bir yaşantı beklenir. Bu çalışma, kültürden
beslenen ve onu yeniden üreten araçlar olarak sinema filmlerinden yola çıkarak “dulluk”
evresinin bu sıkıntılı halini ele almaktadır. 1980’lerde çekilen iki film (Kurbağalar ve Dul
Bir Kadın), araştırma için seçilmiştir. 1980’li yılların tercih edilmesinin nedeni, bu yıllarda
“Kadın Sineması” adı verilen ve kadının önceki yılların aksine “iyi, fedakâr/anne” ile “kötü,
yuva yıkan kadın” ikiliğinin dışında karakterlere büründüğü filmlerin beyazperdede yer almaya
başlamasıdır. Kadının ikincil konumunu ve eril ahlaki denetimini; bir eşiksellik evresi
olarak dulluk statüsünün sorunlu halleri üzerinden bu filmlerde de görmek mümkündür.
1980’lerde “Kadın Sineması”na öncülük eden iki önemli erkek yönetmen olan Şerif Gören
ve Atıf Yılmaz’ın da bu eril çerçeveyi pek zorlayamadıklarını görürüz.