Ağıtlar, insanlığın var oluşundan itibaren, insan topluluklarının istisnasız hepsinin kültür
dünyasında yer almış çok değerli eserlerdir. Hem bir edebiyat hem de bir müzik eseri
olan ağıtların genel evrensel özellikleri yanında çeşitli millî özellikleri de bulunmaktadır.
Ağıt terimi, dünyanın birçok dilinde ağlamak sözcüğünün ifade ettiği anlam ile doğrudan
ilişkilidir. Ağıtlar, toplumların sosyal yapısını çok iyi yansıtan, hem edebî hem müzik
hem de sosyolojik belgelerdir. Çünkü ağıtlar, toplumların yaşayış tarzlarından çok değişik
unsurları dile getirdikleri gibi aynı zamanda milletlerin dil, din, tarih ve geleneklerinden birçok
özelliği de bünyesinde barındırır. Ağıtların çok önemli özelliklerinden birisi de hem icra
edilmeleri esnasında hem de icra edilmelerinden sonra insanı rahatlatmasıdır. İnsanlar, ölen
bir kişinin arkasından söyledikleri ağıtlarla âdeta bir ruhsal boşalım sağlarlar. Ağıt söylemek,
ölüm karşısında insanın bir isyanı gibi görünse de aslında bütün bu ağlamalar, feryat
etmeler, çırpınmalar son demde ruhun dinginleşmesine, bozulan aile düzeninin yeniden tesisine
zemin hazırlar. Türk topluluklarında da ağıt söyleme geleneği, gelenekselleşmiş, çok
bilinen uygulamalarla icra edilir. Tarihin çok eski çağlarındaki ağıt söyleme geleneği, bugün
Anadolu’da da çok az değişikliklerle yaşamaya devam etmektedir. Ağıtlar ilk söyleniş biçimleriyle
kalmazlar. Toplumun benimsediği ağıtlar, halk içinde söylene söylene orijinal hâller inden bir hayli uzaklaşırlar. Her müzik eseri gibi ağıtlar da çoğunlukla ezgileri bakımından
değişime uğrayabilmektedirler. Ağıtlar ilk hâlleriyle melodik bakımdan çok duygulu eserlerdir.
Zaman içinde toplumun değişime uğramasına paralel olarak ağıtlar da bu duygulu özelliklerini
kaybedebilmektedirler. Hatta bu değişim o kadar fazla olmaktadır ki, duygulu bir
ağıt zamanla oyun havası formuna girebilmektedir. Burada notalarıyla birlikte zikrettiğimiz
üç ağıt örneği de, Anadolu’da ağıtların değişime uğradıklarını göstermektedir.