Türkiye’de, 1940’lı yıllarda başlayan göç süreci, kırsal alanda bazı tarımsal değişimlerin yaşandığı
1950’lerde belirgin bir hızlanma gösterir ve ilerleyen yıllarda da devam eder. Bu durum, büyük
kentlerde biriken düşük gelirli nüfusun konut sorunu yaşamasına; beraberinde de gecekonduların, gecekondu
mahallelerinin kurulmasına yol açar. Toplumsal ve ekonomik yapıdaki değişimlerin edebiyat
ürünlerine yansımasının bir örneği olarak gecekondu çevrelerinin ve bu çevrelerde yaşananların da
birçok yapıtta konu edildiğini görürüz. Daha çok, dille ilgili çalışmaları ve akademik faaliyetleri ile
tanınan Kemal Ateş’in öykü ve romanları, gecekondu yaşamını anlatması ve sosyolojik gözlemler taşıması
bakımından dikkat çekicidir. Yazar, çok iyi tanıdığı ve içinden yetiştiği Ankara gecekondularının,
1950’lerden 1970’lere uzanan bir süreçteki görünümlerini yansıtır; büyük kentteki tutunma çabasını,
yaşam mücadelesini anlatır. Ankara civarındaki il ve ilçelerden gelerek yaşamını başkentte; ama onun
olanaklarından uzakta sürdüren insanların kentle, kentliyle ve birbirleriyle ilişkilerini, âdet ve geleneklerin
işlerliğini, gecekondulu vatandaşın; köy ile kent arasında, bir ara kültürün değerleriyle biçimlenen
yaşamını gözler önüne serer. Bu yazının amacı, Türkiye’deki gecekondulaşma olgusunun, Kemal
Ateş’in yapıtlarına yansıyan yönlerini ele almak, gerçek yaşama dair gözlem ve bulgularla, edebiyat
ürününün okura sundukları arasında karşılaştırma yapmaktır. Bu amaçla, gecekondu sorununa eğilen
ve bu sorunun Türkiye’deki yansımalarını değerlendiren uzmanların bilgi ve belgelerine başvurulmuş;
Ateş’in yapıtlarına da bunlar ışığında yaklaşılmıştır. Söz konusu öykü ve romanların, ülkenin sosyal bir
gerçeği olan gecekondulaşma olgusunu gerçekçi bir bakış açısıyla işlediği düşünülmektedir.