İtalyan seyyah Edmondo De Amicis ilk kez 1874’te İstanbul’a geldiğinde, yalnızca İstanbul
değil, başta Paris olmak üzere dünyanın pek çok kenti bir yeniden yapım ve modernizasyon
süreci geçirmekteydi. Ancak İstanbul’un yeniden yapımı yalnızca Galata/Pera bölgesinde
gözlemlenebildiğinden, İstanbul bir Batı şehrinden çok, halen bir Doğu şehrinin izlerini
taşımaktaydı. De Amicis, sisler altında kalan, bu nedenle ayrıntıları fark edilemeyen İstanbul ile
ilk karşılaştığında, önce bir hayranlık duymuş; fakat sisin dağılmasıyla bu hayranlık yerini büyük
bir şaşkınlığa bırakmıştır. Şaşırmasının ve hayal kırıklığına uğramasının nedeni bu yoğun sisin
aynı zamanda De Amicis’den önce İstanbul’u tasvir eden yazar ve ressamların kurguladığı bir
mülemma ve muhayyel bir şehir imgesi olmasıdır. De Amicis seyahatnamesinde Batı gözüyle
kurgulanmış hayali İstanbul’un katmanlarını aralamaya ve zengin çeşitliliği ve boyutuyla
İstanbul’u tasvir etmeye ve anlatmaya başlar. Fakat bunu yaparken, yine de kalıplaşmış Batılı çerçeveleri kullanmaktan kendini alıkoyamaz, çünkü şahit olduğu İstanbul ile yürekten bağlı
olduğu şehrin muhayyel varlığı bir arada ve birbirinden ayrılmaz olarak durmaktadır. Bununla
birlikte diğer Batılı seyyahlardan farklı olarak De Amicis, kendisinin de kurtulamadığı oryantalist
çerçeveyi yıkmaya çalışmıştır. 1990’larda, yaklaşık yüz yıl sonra Umberto Eco, tıpkı De Amicis
gibi uzun yıllar gitmeyi ertelediği İstanbul hakkında yazarken, kendine fotoğraf, resim, gravür,
hikaye ve eski haritalar ile De Amicis’in seyahatnamesini rehber olarak almış ve İstanbul’a onun
gözleriyle bakarken, bir şehrin hiçbir zaman silinemeyen ve birbirinden ayırt edilemeyen hayal ve
gerçek katmanlarından meydana geldiğini, bize bir kez daha göstermiştir