Nesillerin devamının sağlanmasında olduğu kadar kültürün taşınması ve
gelecek nesillere aktarılmasında da en önemli rolü üstlenen kadın insanoğlunun
tarih sahnesine çıktığı günden bugüne erkeğin yanında yerini almıştır. Erkeğin
tamamlayıcısı ve her daim yoldaşı olan ve kültümüzde ailenin temelini teşkil eden
kadın, eşine yoldaş çocuklarına anadır.
Türk kültüründe kadına ilişkin ilk bilgiler kozmogonik mitlerde ve yazılı
kaynaklardan da Orhun Abideleri’nde karşımıza çıkmaktadır. Destanlarda ise adeta
kutsal bir varlık konumuna getirilen kadına karşı sarsılmaz bir saygı ve sadakat
söz konusu olmuştur. İyi at binen, kılıç kullanan ve savaşan kadın idari ve siyasi
meselelerde de görüşünü beyan etme noktasında hakanın yanında yer almıştır.
Gelişen ve değişen sosyo-kültürel süreçte, şehir yaşamındaki Türk kadınını “kafes
ardı”nda görürüz. Kapalı kapılar ardında sürdürülen bu yaşamda eş, ana, cariye
gibi roller üstlenen kadınların, yaşadıkları duygusal dalgalanmaları bizzat kendilerinden
öğrenmek mümkün olamamıştır. Bu “sisli” dünyanın izleri, kimi zaman erkek
anlatıcıların hikâyelerine kimi zaman da yabancı seyyahların kalemine yansımıştır.
Halk tiyatrosu içerisinde önemli bir yere sahip olan meddahlık geleneğinde ise
kadın bu gizemli dünyasından sıyrılır. Söz konusu hikâye metinlerinde daha çok
cinsel kimliğiyle ön plânda tutulurken, kimi yerde cahil kimi yerde de son derece
kurnaz ve akıllıdır.
İşaret edilen noktalardan hareketle bu çalışmada, “kafes ardı”ndaki kadının
“sisli” dünyasına girmek hedeflenmektedir. Bu doğrultuda, erkek anlatıcının
gözüyle meddah hikayelerine yansıyan kadınlar tespit edilecek, hikâyelerdeki kadın
izdüşümü değerlendirilecektir.