40 Ekim 1961 antlaşması ile yaklaşık yarım asır önce başta Almanya olmak üzere Avrupa'nın diğer sa: nayileşmiş ülkelerine Türkiye'den başlayan işçi akını, zamanla nüfus yoğunluğu bakımından Avrupa Birli- Bi içerisindeki göçmenler arasındaki en büyük ulusal grubu oluşturdu. Bu grup, günümüze kadarki zaman zarfında hızla çoğalarak hem sosyo-demografik açıdan Avrupa Birliği üyesi bazı ülkelerin nüfus ve hane Sa“ yılarının üzerine çıktı hem de işçilikten girişimciliğe uzanan süreçte ekonmik katkı bağlamında bazı Avru- pa ülkelerini geride bıtakarak adeta Avrupa Birliği'nin fiili bir üyesi haline geldi.
Tıpkı Türkiye'de 1940'larda köyden kente yaşanan göç dalgasının sonuçlarında olduğu gibi “Almanya Türkiyesinde” daha ziyade göçmen toplumun yaşadığı özlemleri, acıları ve beklentileri dile getiren ve “Göçmen Edebiyatı” olarak adlandırılan edebiyat türü ve müzik kültürü ortaya çıktı. İlk önceleri genellikle ayrılık, hasretlik ve Türkiye'ye olan özlem temalarını anlatan ilgili edebiyatın ve müzik kültürünün ürünle- ri, daha sonraki yıllarda Almanya içerisindeki haksızlıkları, dışlanmışlıkları, kültürel hazımsızlıkları ve di- ger duyguları kendine özgü üslubuyla anlatarak türkülere, şarkılara, filmlere, romanlara, gazete köşelerine, şiirlere ve hatta günümüz televizyon dizilerine ve reklamlarına kadar yansıdı.
Almanya'da yaşayan Türklerin müzik kültürleri, günümüze kadar süregelen zaman tünelinde toplumun doğal yansımalarından nasibini alarak tıpkı yaşam tarzları gibi iki arada sıkışıp kaldı. Genellikle Türkiye ta- şımalı geleneksel ölçütlerde veya günlük popüler müzik anlayışı tarzında icra edilen, dinlenilen, dinletilen ve üretilen müzik kültürü anlayışının dışında, çağdaş standartlarda önemli bir açılım gerçekleştirile- medi.