Edebiyat tarihimizde halk şiiri, şiirine oranla daha kadim bir geleneğe sahiptir. Divan şiiri ile halk şiiri ayrı kaynaklardan beslenip ayrı kollardan ilerlemelerine rağmen zannedildiğinin aksine bu iki gelenek tamamen birbirinden kopuk değildir. Örneğin Yunus Emre Divanı’nda hece ölçüsü ve aruz vezni yan yana kullanılırken edebiyatının hayal ve mazmunlarından da yararlanılmıştır. Bu iki akımın kendi doğal mecralarında seyrettiği dönemde kimi aydınlar ve şairleri halk ozanlarını basitlikle itham etmiş ve onları hor görmüşlerdir. Bu olumsuz durumdan etkilenen bazı halk ozanları da kendilerini ispat etmek gayesiyle ağdalı bir dille şiir söyleme/yazma merakına düşmüş ve bu durum onları kısmen halk dilinin sadeliğinden uzaklaştırmıştır. Kendilerini ispat etme çabası bazen ozanları şiirinden kimi nazım biçimlerini ve hatta aruz kalıplarını kullanmaya kadar itmiştir. Halk şiiri ozanlık geleneği 16. yüzyıldan sonra âşıklık geleneğine evrilmiş ve daha fazla hissedilir biçimde edebiyatından etkilenmiştir. Bu dönemde âşıklar, edebiyatından sadece kalıp ve şekil almakla kalmamış muhteva yönüyle de etkilenmişlerdir. edebiyatı mazmun ve hayallerini de kullanan âşıklar, bunları hece ölçüsüyle yazdıkları şiirlere de uygulamışlardır. Bu çalışmada 17, 18 ve 19. yüzyıllarda yetişen âşık tarzı şiir geleneğiyle şiir söyleyen/ yazan âşıkların şiirlerinde edebiyatı hususiyetlerinden olan mazmun ve hayaller gözden geçirilip kullanılan bu unsurlara ve muhteva olarak iki gelenek arasındaki ortak konulara dikkat çekilecektir.