Biyopolitikanın Tatar Edebiyatındaki Görünümü: Kolhoz ve Kamp
(Reflection of Biopolitics in Tatar Literature: Kolkhoz and Camp
)
Yazar
|
:
Alp Eren Demirkaya
|
|
Türü |
:
Araştırma Makalesi
|
Baskı Yılı |
:
2024
|
Sayı |
:
118
|
Sayfa |
:
413-426
|
|
Özet
Bu makale, Tatar edebiyatının farklı dönemlerinde kaleme alınan klasik eserlerinden Mirsey Emir’in Agıydil adlı uzun hikâyesini ve Fevziye Beyremova’nın Kırık Sırt romanını Michel Foucault tarafından kullanılan, daha sonraları Giorgio Agamben’in eleştirileriyle şekillendirilen biyopolitika kavramıyla bir okuma çalışmasıdır. Sovyet Rusya’da 1917 Ekim İhtilâli’nin ardından bireysel mülkiyetin ortadan kaldırılarak toprak mülkiyetinin devlet eline geçmesinin somutlaşmış en temel göstergesi olan kolhozlar kurulmuştur. Kolhozların tesisiyle iktidarla varlıklı köylüler çok geçmeden karşı karşıya gelmiştir. Sovyet Hükümeti “kulak” olarak yaftaladığı varlıklı köylüleri kolhoz sistemi içerisinde kalmayı reddettikleri gerekçesiyle Sibirya steplerine, Kazak bozkırlarına, Solovki adalarına ve yeni endüstri sahalarından Magnitogorskiy kampına sürgüne göndermiş, durağanlığa ve ölüme terk etmiştir. Sistemin içerisinde yer almak istemeseler de kolhoz sınırları dışarısında hayatta kalamayacağını düşünen köylüleri ise üretim seferberliğine dâhil ederek eylemsizliklerini ortadan kaldırmıştır. Agıydil’in başkişileri İlyas ve Gayaz köylerindeki kolhoz sisteminin işleyişindeki aksaklıkları gidermek, komsomol teşkilatı mensuplarını üretime koşmak için üstün çaba göstermişlerdir. Hikâyedeki karakterlerin eylem/eylemsizlik zıtlığı, İvan Gonçarov’un Oblomov romanı merkeze alınarak işlenmiştir. Sovyet döneminin eksiklerini yansıtan Kırık Sırt’ta ise kulak yaftasıyla köylerinden Magnitogorskiy’deki kamplara gönderilen Asılgerey ve ailesinin trajik hayatı konu edilmiştir. Anlatı boyunca kamplardaki ağır yaşam koşulları, kadın bedeninin teşhiri, nüfusun kontrolü ve denetimi, hastalıklarla verilen kayıplar roman kişilerinin yaşadıklarından hareketle eleştirel bir tavırla sunulmuştur. Söz konusu eleştiriler insan bedenine yönelik ölümü önceleyen biyopolitik yaklaşımlara olmuştur. Kolhozlar ve kampların iktidarın bedenle ilişkisini açığa çıkaran en somut mekânlar olması Tatar edebiyatında biyopolitik bir okuma yapmayı mümkün kılmıştır.
Anahtar Kelimeler
Biyopolitika, kolhoz, kamp, Tatar edebiyatı
Abstract
This article constitutes a comparative analysis of Mirsey Emir’s novella “Agıydil” and Fevziye Beyremova’s novel “Kırık Sırt,” both recognized as seminal works within Tatar literature, composed in distinct historical periods. This analysis is conducted through the lens of the concept of biopolitics as articulated by Michel Foucault and subsequently nuanced by the critiques of Giorgio Agamben. In the context of Soviet Russia following the October Revolution of 1917, the establishment of kolkhozes emerged as a fundamental manifestation of the eradication of individual property rights and the transfer of land ownership to the state. However, this transition engendered discord between the government and affluent peasants in a relatively brief span. Designated as “kulaks” by the Soviet regime, these affluent peasants were forcibly relocated to various remote regions such as the Siberian and Kazakh steppes, the Solovetsky Islands, and the Magnitogorskiy camp-an emerging industrial enclave-due to their refusal to acquiesce to the kolkhoz system, resulting in their marginalization and demise. Meanwhile, peasants who, though unwillingly, recognized their dependency on the kolkhoz system were integrated into the state’s mobilization efforts, thereby negating their passive stance. Within the narrative framework of “Agıydil,” protagonists Ilyas and Gayaz ardently endeavor to rectify the operational deficiencies within the kolkhoz system in rural villages and motivate Komsomol members to actively participate in production. The juxtaposition of action and inaction among the characters is examined with reference to Ivan Goncharov’s novel “Oblomov.” Conversely, “Kırık Sırt” elucidates the tragic plight of Asılgerey and his family, designated as kulaks, who are exiled from their village to the camps in Magnitogorskiy. The narrative critically depicts the harsh living conditions within the camps, the objectification of the female body, the pervasive surveillance and control over the populace, and the toll of diseases, drawing upon the characters’ experiences. Such critiques underscore the biopolitical paradigms that prioritize the regulation and, ultimately, the mortality of the human body. The portrayal of kolkhozes and camps as tangible loci of governmental intervention with the body facilitates a biopolitical reading within Tatar literature.
Keywords
Biopolitics, kolkhoz, camp, Tatar literature